Boyum kadar birikmiş yıkanmış kıyafet, çarşaf vs. ütülemek zorunda kaldığım an yani dün gece, yine hayatın en kuvvetli sorgulamalarının birinde bulmuştum kendimi... Bu sorgulamada ütü tabii ki sadece bir dürtücü etkendi.
Ütülü gömleği yeniden ütüleyerek kırışık hale getirebilecek seviyede kabiliyetli(!) olduğum bu konuda, zamanlamanın bir Ağustos yazı olması unutulmaz bir deneyimi de beraberinde getirdi...
Tarih içinde evrim geçirmiş olan bu küçük ev aleti, bizler için baktım 17. yüzyılda doğmuş, doğmaz olaymış... Aman yanlış anlaşılmasın 17. yüzyılda saplı demir halindeki formu ile doğmuş, yoksa öncesinde taştır mermerdir kırışıklık gidermek için ne akla hizmet ise kasmış durmuş insanlık.. Yetmemiş; demir plakaları oyup, içine de kömür koyarak tüm zamanların en etkili işkence aletinin evrimine katkıda bulunmaya devam etmişler. Gel zaman git zaman, sıcağı yetmiyormuş gibi altından bir de buharlar çıkan canavar, günümüzdeki formuna kavuşmuş...
Bitmesi mucize ütü gecesinde, belli bir seviyeye erdikten sonra Alice harikalar diyarında gibiydim. Kırışıklığın kötü olduğu ve bunu düzeltmek gerektiği fikrini ilk hangi sivri zekalı insan akıl etmiş de insanlığı peşinden sürüklemişti acaba?. Belki bunu hiç yapmamış olsa, bizler bir şekilde kırışık olmayanın kötü olduğunu düşünebilirdik. Yaklaşık 1 saat değil harikalar diyarı, diyar diyar gezdim, tarihin en büyük sorusuna vardığımda vakit bir hayli geç olmuştu ve dalıp tüm ütülenecekleri bitirmiştim.
'DOĞRU' Kime göre, Neye göre Doğru?
Vardığım noktada iç dünyamda, ütü ile sonsuza kadar yalnız kalabileceğimizi anladığım anda duruma mutlu bir son bulup uyudum.
Kırışıklıkları ilk düzeltmeye çalışan, ütüyü bulan kimlerse, söylenecek çok söz yok; işgüzarlar efendim!!...
0 yorum:
Yorum Gönder