15 Ocak 2013 Salı

Severim - Erguvan Ağacı





Kütüphanemdeki eski kitapları karıştırırken elime annemden kalma kitaplardan biri geçti "Erguvan Ağacı"... Çocukken kitabı okumuş olmama rağmen kitabı açtığımda burnuma gelen baskın eski kitap kokusunun ardından o heybetli ağacın kokusu geldi... 

Erguvan'nın baskın bir kokusu olmadığını biliyorum hatta kokmuyor olabilir bile.. Nisan (ikinci yarısı) ayında doğanın umutla yeniden ve yeniden uyanışında cesurca salkım saçak açan bu ağaç, mevsimi ve görüntüsü gereği tüm güzel çiçek kokularının karışımını çağrıştırır. Bu durumu daha soyut yaşayan bir çiçek biliyorum, begonvil... Daha önce de söylemiş olduğum gibi bazı çiçekler kokmaz ama sana eşsiz kokuları çağrıştırır. Çekici bir kadın gibi parça parça baktığında güzel olmayan ama bütününde ona neden bakakaldığını anlayamadığın, sana çağrıştırdıkları ile seni büyüleyen... Kokuyu burnunla almazsın ama bilirsin kokmaması imkansızdır...

Burnuma gelen baskın bahar kokusunun ardından İstanbul'da Erguvan mevsimini düşündüm, eşsiz güzelliğiyle Boğaz'da ergen yeşillerin, şen mavilerin arasında kibar, cilveli kadınlar gibilerdir mor, pembe ve magenta renkleriyle... En kuytuda olanı bile aslında ben buradayım diye bangır bangır bağırır...

Ahmet Hamdi Tanpınar  ''Gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa, o da erguvan olmalıdır!'' demiş; çiçek demiş... Erguvan ağaçtır ama bence de dünyanın en kalın gövdeli çiçeğidir ;)

Kuzenimin bahçesinde bir tane vardı ağaç diye kandırılmış bu büyük gövdeli kibar hanımdan, rüzgarlı havaların ardından başımıza konfeti yağardı; sabahları arabaya binerken ah ah hangi romantik bu sürprizi hazırlamış, çiçekler dökmüş yollarımıza der gülerdim.. O romantik, dişi olduğunu düşündüğüm erguvandan başkası değildi!.. 

Erguvan'nın renginin birçok şeye ilham verdiği gerçeği var; İstanbul'un Lale'den önce simgesinin Erguvan olduğu  söyleniyor, Bizans zamanında sarayda soylu kıyafetlerinin rengi erguvan renklerinden nasibini alanlardanmış. Birçok sokak ismine, bence kadına konulması gereken erkek ismine, birçok kitaba, bir otobüs firmasına, mekana, şairlere, ressamlara ilham vermiş erguvan... 

Arada çok duru bulduğum bir sesten "Erguvan zamanı gel bana" diyelim mi? Link'te

Yaptığım ufak çaplı araştırma sonucunda İstanbul'da Erguvan'ların en güzellerini görebileceğimiz yerler; Gülhane Parkı, Abbasağa Parkı, Yıldız Parkı, Türkan Sabancı Parkı, Aşiyan, Emirgan Parkı, Fenerbahçe Parkı, Büyük ve Küçük Çamlıca, Fethi Ahmet Paşa Korusu, Mihrabad Korusu, TEMA-Vehbi Koç Doğal Kültür Merkezi, Beykoz Korusu.. Bilmediklerinizi araştırmanızı ve Nisan sonlarına doğru ziyaret etmenizi tavsiye ederim. İstanbul'da yaşamanın yeterince çilesini çekiyoruz biraz da sefasını sürelim!...

Hormonların hareketlendiği bahar aylarında can bulan bu çiçek aslında bence aşkın da çiçeğidir, aşkın rengini kırmızı sanan şaşkınların aksine en sevdiğim çiçeklerden biri olan mimoza gibi aşk çiçeğidir... Hee bu arada beyaz çiçeklerin masumiyeti simgelediğine de inanmam, nereden çıktı diye düşünmeyin birden aklıma geldi işte :) Gelincik daha masumdur naif, zarif... Bu konuya başka bir yazı yazmam lazım sanırım.

Araştırırken hoşuma giden, paylaşmadan edemeyeceğim Necati Cumali'ya ait bir şiir;

Güneş özlemi

Çeksem kapıyı gitsem
Taşları arasında çimenler biten
Kaldırımlar boyunca gitsem
Açık pencerelerinden beyaz yorganlar görünen
Işıkıi dut gölgelerinden
Fakir mahallelerinin akkavakları
Yalansız suyla güneşle büyüyen
Ordan öte katırtırnakları sarı sarı
Bir erguvanlar vardı
Pembe mi desem deli mi desem

Bu ümit olmasa içimde
Buralarda bir gün beklemem

Şimdi kitaba geri dönüyorum, Erguvan ağacının ön sözünü okurken;

"Erguvan Ağacı... Baharda baştan başa pembe çiçeklerle donanan bu ateş parçası ağaç, bir bakıma, kahkahalarla gülen bir neşe timsalidir. Yalnız, onun, Batı kültüründe çok işlenmiş acı bir hikayesi vardır: İsa'nın havarilerinden Yuda, onu ele verdikten, çarmıha gerilmesine yol açtıktan sonra pişmanlık duymuş, kendini bir ağaca asmış. Ağaç'da dallarında can veren bu adamın alçaklığından dolayı, utancından kıpkırmızı kesilmiş"

İngilizcesini merak edip araştırdığımda "Judas Tree" diye geçmesinin sebebini şimdi daha iyi anlıyorum.. 

Cronin Erguvan Ağacı kitabında, gençlik zamanında yapılan bir hatanın, verilmiş bir sözün sorumsuzca tutulmamasının üzerinden geçen yılların sonunda duyulan pişmanlığı ve hatanın telafi edilmeye çalışılmasının hikayesi anlatılıyor.

Son hikayeden sonra yazının başından beri salınan Erguvan'nın rengi, kokusu biraz değişti değil mi? Utancından kızaran bir ağaç... Bu küçük uyanıştan sonra erguvanın sadece asil, narin, alımlı bir kadın olmasının yanında başkasının hatasından dolayı utanıp kızaran bir kadın olduğunu da düşündüm... Kendim için narin, alımlı gibi naraları kendim atacak değilim ama başkalarının yaptığı hataları bilip, susup gözlerine bakamadığımı bilirim. Erguvan bundan böyle benim için ağaç diye adlandırılmasından hafif maskülen, asil, narin ama heybetli bir dişidir. Bu yazıyı okuyan birçokları gibi... 

Erguvan'a kattığımız bunca ruhtan sonra ruhsuz tanımını okumak için Vikipedi linkine başvurabilirsiniz.

Son olarak, yazımızın konu başlığıyla aynı bir Sezen Aksu şarkısını Link'te vermeden edemeyeceğim. Daha da bir anlamlanmadı mı?
 

 

0 yorum:

Yorum Gönder